23 Mar
23Mar

Çocukluğumuzdan itibaren güçlü olmaya, mücadeleye, istediğimiz şey için savaşmaya koşullandırılırız. Bu yanlış değildir şüphesiz. Her anne baba, çocuklarının güçlü olmasını, hayatın zorlukları karşısında pes etmeden mücadele edebilmesini, düştüğünde yalnız kendinden destek alarak ayağa kalkabilmesini ister. Hayat boyu kendilerine ihtiyaç duymadan ayakta durabilsin, kendi hayatını kurabilsin ister. 

Ancak bu noktada, hayat yolunda lazım olacak çok önemli bir beceri gözden kaçırılır: Nerede bırakacağını bilmek! 

Ne demek bırakmayı bilmek? Ne zaman bırakılmalı? Mücadelenin işe yaramadığı durumlar nelerdir? 

Biraz açalım. 

Bir ilişki yaşadığınızı, sorunlarınız olduğunu ve sorunlara çözüm bulmaya çalışanın her zaman siz olduğunuzu düşünün. Kitaplar okuyorsunuz, terapiler alıyorsunuz, arkadaşlarınızla, ailenizle konuşuyorsunuz. Sorunların üstesinden gelmek için her şeyi deniyorsunuz. Bir tek, sorun yaşadığınız partnerinizle konuşamıyorsunuz. Konuştuğunuzda dinlemiyor, birlikte terapiye gitmek istemiyor, hatta belki de ortada bir sorun olmadığını, sorunu sizin yarattığınızı düşünüyor! O zaman belki de sizin için bırakma vakti gelmiştir… 

Ya da diyelim ki çalıştığınız iş yerinde kendinizi yeterince ifade edemediğinizi, yeteneklerinizin göz ardı edildiğini, kendinizi gösterme fırsatı verilmediğini, dahası aldığınız ücretin eğitiminizin ve emeğinizin karşılığı olmadığını düşünüyorsunuz. Patronunuzla defalarca konuşmaya çalıştınız fakat sonuç alamadınız. Belki de konuşmaya bile çekiniyorsunuz, çünkü patronunuz, kendi bildiğinin dışına çıkmayan, insanları dinlemeyen, eleştiriye, soru sorulmasına tahammül edemeyen bir kişilik.  Bırakma ve başka alternatifler düşünme vakti gelmiş olabilir mi?   

Hayatta buna benzer pek çok durum yaşıyoruz. Ailemizle, arkadaşlarımızla, hayat arkadaşımızla…Tıkandığımız, yerimizde saydığımızı hissettiğimiz, kendimiz olamadığımız, kendi potansiyelimizi kullanamadığımız, zarar gördüğümüz, hatta istemeden zarar verdiğimiz durumlar. Bu durumlar sadece gelişmemizin önünü tıkamıyor, aynı zamanda vaktimizi ve enerjimizi çalarak motivasyonumuzu ve yaşam sevincimizi yok ediyor. İstediklerimiz ve hayal ettiklerimiz için harekete geçemeden, yalnız sorunlarla boğuşarak, tekdüze ve mutsuz bir hayatın içinde kısılıp kalmamıza yol açıyor. 

Hiçbirimiz çocukken, büyüdüğümüzde işten eve, evden işe gidip geldiğimiz, çocukların okulu, ödenecek faturalar, ilişki sorunları üzerine kafa yorduğumuz, akşamları oturup dizi izlediğimiz bir hayat yaşamayı hayal etmiyoruz. Peki ne oluyor da hayaller suya düşüyor? Ne oluyor da biz bu hayatlara mahkum oluyoruz?

Ne oluyor biliyor musunuz? Bırakmayı, bizi mutsuz eden insanlardan, ortamlardan, durumlardan uzak durmayı bilmiyoruz. Bırakmayı kaçmak zannediyoruz. Eleştirilmekten korkuyoruz. Her şey için, bizim için doğru ya da yanlış olduğunu düşünmeden mücadele edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Rekabeti, savaşmayı, hayatın kaidesi sanıyoruz! Hayatla birlikte, uyum içinde akmayı öğrenmiyoruz, hayatla savaşıyoruz. Kendimizi ve etrafımızdaki herkesi tüketene kadar savaşıyoruz. 

Bu yüzden dünyamız, eşleri tarafından özgür bırakılmayan, iş yerleri tarafından sömürülen, aile ve akrabaları tarafından esir edilen insanlarla dolu. Hayır demeyi bilmemek, uzaklaşmayı becerememek, koşullar ne olursa olsun katlanmak gerektiğini düşünmek bizi çıkmaza sürüklüyor. Ve bu tutumun kendimize bir faydası olmadığı gibi, yakın çevremize, ailemize, çocuklarımıza ve dünyaya da bir faydası olmuyor. 

Elbette ki mücadele edeceğiz, pes etmeyeceğiz, çabalayacağız. Ama yalnız istediklerimiz ve hayal ettiklerimiz için! Bize iyi gelecek olanlar için! Bizi geliştirecek, öğretecek, bir adım daha ileriye götürecekler için! Ayağımıza pranga takıp bizi geriye çekecekler, yere düşürecekler için değil! 

Biraz sorgulamak yeterli, bizi neyin yüceltip, neyin düşürdüğünü anlamak için. Mutsuzluğumuzu fark etmek ve daha da önemlisi kabul etmek, en önemli adım. Mış gibi yapmamak, mutsuzken çok mutlu görünmemek, rol yapmamak. En azından kendimize karşı. Sonra da ne istediğimizi bulup onun için harekete geçmek.

Farkındalık, kabul ve çaba….Biraz da sabır ve hoşgörü, kendimize karşı.. Bu kadar kolay aslında. 

İstemediğimiz hayatları yaşadığımız yetmedi mi? Kendimiz için hayal ettiklerimizi hayata geçirme, hayatımızı kendi ellerimizle tasarlama vakti gelmedi mi? Daha büyük bir adım atabilmek için biraz geriye çekilmek gerekmez mi? Şöyle bir durup dinlenmek, etrafına bakmak, kendini dinlemek…

Bırakmak kaçmak değildir her zaman, tersine niyettir, daha yüce bir amaç için gösterilen çabadır. Esneklik, aynı zamanda dayanıklılıktır. Kendinize ve sevdiklerinize yapacağınız en büyük iyiliktir.   

Hadi, bırakalım artık sızlanmayı, şikayet etmeyi. Kendimiz için bir adım atalım. Hemen şimdi. Geri adım olsun önemli değil, böylece daha büyük bir adım atabiliriz ileriye doğru. Ne yaşıyorsak şu anda yaşıyoruz ve şu anla birlikte geleceği değiştirme şansımız var. Her şeye rağmen… 

Tijen ÖZER

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.